Kendi zamanı geldiğinde herkes sınanır…

En küçük bir iş için bile, görev tanımına uygun olan insanları seçeriz.

Seçim kriterlerimiz vardır. Maddelerce…

İş tanımına uygunluğunu standartlaştırıp, maddelerle tanımlarız.

Dil bilgisi, konuşma ve iletişim becerisi, mesleki yeterlilik, yaşam ve iş tecrübesi, geçmiş deneyimleri, …

Amacımız çoklu talepleri elemek, en yüksek iş performansına ulaşmak için en doğru adayı seçmektir.

Seçimler kazandırır veya kaybettirir.

Çünkü seçtiğimiz her şey, kendi özüne hizmet eder.

Bu nedenle de yaratımda etkilidir…

İşe alımlarda amaçlarımız net olduğu için seçimlerimizde daha rasyonel olabiliyoruz.

Peki ya özel hayatımızda?..

Özel hayatımızda ki seçimlerimizde işimizde olduğu kadar hassas olabiliyor muyuz gerçekte?

Canım, tek dostum, bir tanem, aşkım, sırdaşım, en güvendiğim kişi, … dediğimiz insanların gerçekliğini sınama kriterlerimiz var mı?

Elbette var ama gerçekçi değil…

İş hayatındaki ünvan’ ları verirken ince eleyip, sık dokuyan biz insanlar, mantığımızdan ziyade duygusal karar verdiğimiz için en yakınımızda bulunan kişilere belli kriterler koymuyor, rasyonel değerlere riayet etmiyoruz.

Kişisel mutluluğumuz ve özel paylaşımlarımız iş hayatımızdaki başarılardan çok daha fazlasını hak ettiği halde, yakın mesafemize ait seçimlerimizde yeteri kadar bilinçli değiliz, maalesef.

Bu bilinçsizliğin bilimsel gerekçeleri olması oldukça manidar.

‘İnsan’ üstün zekâsı ile yaratılmış en mükemmel canlı olsa da aynı zamanda duygusal bir canlı. Eşsiz analiz yeteneği onu robotlardan açık ara önde ayırırken, aynı zamanda hata payı olasılığını artırıyor. Tıpkı fotoğraf makinasının en yakınına kör olan mercekleri gibi, bilinçli seçimlerimizin de en yakınımızdakilere karşı seçiciliği azalıyor bu sayede.

Adına ‘hayal kırıklığı’ denen bu duygusal çıktı mekanizmasının insan canlısındaki işleyişini, davranış bilimciler tam olarak şu şekilde izah ediyorlar…

‘Kör noktalarda ‘duyguyordamsal’ onaya uyup, zihnin verilerini yeterince analiz etmeden, ‘duygusal karar mekanizmasını’ tek taraflı yönetmek.’

Yani, ‘zihne ve kalbe alternatifsiz yaptırım uygulamak.

İnsan en çok, en emin olduğu konularda yanılır. Çünkü zihin emin olduğunu düşündüğü konularda daha fazla bilgiye kendini kapatır. Böylece de analiz yeteneğini kaybederek kendine gelen mesajları açmaya gerek duymadan yok sayar. Elbette Bildiğinin doğru olduğunu düşünmeye devam etmek için. Yanılmadım demek için…

Kendine güvenini kaybetmemek için.

Çünkü insan ben bilirim, dediği her konuda kendini haklı çıkarmaya çalışan, yanıldığını düşünmek istemeyen içsel ikna mekanizması ile güvende hisseder.  

Peki neden?

Elbette, hayal kırıklığı duygusuna karşı kendini korumaya almak için.

Bu koruma ihtiyacı ile hayatımız; zihinsel şablonlarımıza uygun olması için özel çaba harcadığımız, gerçek zan’ettiğimiz ithamlarla kendimizi kandırdığımız, içsel ikna mekanizmamızdan farklı gerekçelerle sınavsız geçen insanlarla dolu…

Çevremde ne çok insan var, ben ne kadar şanslı bir insanım derken gerçekte,

Sevdiğimiz insanlara gerçek ile yalan arasında sınavsız geçiş iznimiz vardır…’

Peki ama kim bunlar?

Hayatımıza dahil ettiğimiz insanların duygu dünyamızda, yaşam kararlarımızda, iş performansımızda %99 etkili olduğu ispatlandığı halde, duygusal yatırımlarımızı kimler üzerine inşa ediyoruz? Bunu hiç düşündünüz mü?

En yakınımızdaki insanları, dostlarımızı, yakın arkadaşlarımızı, en sevdiğimiz iş arkadaşlarımızı, en yakın akrabalarımızı, biricik dostumuzu, en özel… leri seçim kriterlerimiz neler? Bu kriterleri kime ve neye göre belirliyoruz?

Elbette ‘kalbimize’… ‘Zihin düşünür ama kalp bilir’ diyen duygusal beden, daima kendini doğrulayan kararlar alır.

Kalp seçtiğini, kayırır!

Buna göre aklımıza şüphesiz şu soru gelir. ‘Kalp sahibini yanlış yönlendirebilir mi?’

İçsel yargı mekanizması yanılır mı?

Elbette yanılmaz. Sistemde olan her şey, olması gerektiği gibi ilerler…

Zamanı geldiğinde her şey, herkes sınanır…

Peki, ‘Kalbim Bilir’ deyip kalbi dinlemeden, zihni susturup verileri değerlendirmeden kayırdığımız kişiler hakkında yanıldığımızı fark ettiğimiz de suç kimdedir?

Kalp yanılmış mıdır?

Elbette hayır! Kalp asla yanılmaz!..

Sahibinin yanıldığını anlamasına, anlayıp gelişmesine, gelişip güçlenmesine zaman verir sadece…

Bazen kararından çok emin olan sahibini incitmemek için, bazen de görmeye hazır olmadığını bildiği için gerçeği göstermez. Doğru zaman gelene kadar, bekler.

Zihin ile beraber…

‘Kalbim Bilir’ derken aslında ‘Ben bilirim’ diyen kişi, kalbinin sezgilerinden habersizdir. Ben en akıllıyım diyen kişi, zihninin sınırlarından habersizdir. 

Bilen öğrenmeye, bilen anlamaya çalışmaz. Bilen kendine ve başkalarına, bildiğini, haklılığını ispatlamaya çalışır. Biliyorum diyen kişi asla objektif olamaz. Kendine bile…

Özel hayatımızda da işimizde olduğu gibi doğru kararlar almanın, maddeler koymadan gerçeği bulmanın tek yolu; tüm seçimlerimizde zihni yok saymadan ve sezgileri kısmadan hem zihne hem de kalbe riayet etmektir.’

Gerçek doğru ‘zan’ettiğimiz’ değil, gerçekliği sınanmış olandır.

Demek ki Kalbim Bilir’ demekle iş bitmiyor.

‘Zihni yok sayarak’ doğru bulunmuyor.

Gerçekle yüzleşmeye hazır olmak, kendimizi kandırmak yerine ‘Kalbi tam yetkili kılmak’, zihnin verilerini kalpten saklamamak, zihni ve kalbi kendi eminlik kararlarımızı tasdike zorlamamak gerekiyor.

Günün sonunda, ‘Olmuş olan her şey tam da olması gerektiği gibidir. Ve geçmiş zaman, tüm mesajları ile geleceğin kılavuzudur.’

Doğarken elinde bir yaşam kılavuzu ile doğmayan insan, en değerli bilgileri yaşamdan, en çok da hatalarından öğrenir. Öğrendiği her şey onu daha da güçlendirir.

Güçlenirken fazla yorulmak istemiyorsanız, kalbinizin sesini kısmayın ve ona tam yetki verin. Sizi korumakla görevli zihninizi asla hükümsüzleştirmeyin.  

Gerçekliği sınanmış insanlar, gerçekle yüzleşmekten korkmayanları bulur.

Her insan gerçeği hak eder!

Tüm seçimleriniz an’a ve geleceğe katkı olsun…

Sevgiyle …

 

 

 

Test

Form Gönderimi

Tamam